Total Pageviews

Saturday, 31 January 2015

TRANS SIBIRIA GEZI NOTLARI -14




                     TRANS SIBIRIA GEZI NOTLARI ELSEN TASAKHAL





ELSEN TASAKHAI;
                                     Sabah saat sekizde eşyalarımızı otel emanetine teslim ettikten sonra kahvaltımızı yaptık. Kahvaltıdan sonra 4x4 bir minibüsle yola çıktık, şehirden çıkar çıkmaz tur rehberimiz alışveriş için bir markette durdu. Bizde inip bir şişe votka aldık, rehberimiz alışverişini bitirdikten sonra tekrar yola çıktık. Ulan Bator’dan ayrılmamızdan kısa bir süre sonra uçsuz bucaksız bozkırlar başladı.  Boz kırda yol yok sağa sola giden tekerlek izleri var ve bizde bu izlerden birini takip ediyoruz, çukurlarla dolu olan bu yolda hoplaya zıplaya saatte 90-100 kilometre hızla gidiyoruz, bizim şoför İstanbul minibüs şoförlerini hiç aratmıyor, bukadar engebeli bir arazide bu hız biraz fazla içimiz dışımıza çıktı , gezinin sonunda bu araba Ulan Bator’a tek parça halinde dönerse şanslıyız. 
                               Neyse bu arada tur rehberimiz de Moğollar ve bu bölgede yaşayan Türk’ler hakkında bilgi veriyor”. “Moğol ekonomisini” sordum. “Bizim en büyük şansımız iki büyük devlete (Çin ve Rus’ya) komşu olmamız”diyor. Rus’ya ya et ve un ürünleri ihraç ediyorlarmış. Trans-Sibirya demir yolu çok önemli ticari nakliyat yoluymuş. “Moğolistan da hafif sanayi ülkenin her tarafında mevcut diyor. Gıda, tekstile, kimya ve çimento gibi ürünlerde  son dönemlerde Japon ve Çin yatırımları artmış”Tur rehberimiz gerçekten derya gibi bir çocuk on iki sene Amerika’da yaşamış sonra bozkırları özleyip tekrar Moğolistan’a dönmüş. “Moğolistan ‘da halkın çoğunun geçim kaynağı tarım ve hayvancılıkmış .
                            Ülkenin toplam nüfusu 2.9 milyon bunun bir buçuk milyonu Ulan Bator’da yaşıyor. Ülkedeki at sayısı tahminen 125 milyon, Moğollar atları yemek için de besliyor. Tabi atların yani sıra diğer büyük ve küçük baş hayvanlar besicilik için yetiştiriliyor. Tarıma uygun iklim çok kısa sürdüğü için tarım fazla gelişmemiş. Moğolistan’ın büyük bölümü yayla görünümünde, topraklarının çoğu bozkır. Kuzey ve batıda dağlar var, güneyde ise Gobi Çöl’ü. Nüfusun çoğu Moğol olup  Kazak ve Tuva Türk’leri de yaşamakta. Dini Tibet Budizm ama Şaman dini de yaygın. Moğolistan’ın kuzeyinde Sibirya, batısında doğu Türkistan (Çin)  güneyinde kıta Çin, doğusunda da Mancurya var.



Onüçüncü yüzyılın başına kadar Moğolistan’a Büyük Hun İmparatorluğu, Göktürk ve Uygurlar hakim olmuş,1206 yılında Cengiz Han Büyük Moğol İmparatorluğunu kurar, 1227 yılında ölünce Moğol İmparatorluğu oğulları arasında bölünür.    

 17. yuzyıl sonlarında Moğolistan’ın büyük bir bölümü Qing Hanedanlığı yönetimi altına girer. 1911 yılında Qing Hanedanlığının çöküşünden sonra bağımsızlığını ilan  eder. 1924 yılında Moğol Halk Cumhuriyeti ilan edilir ve Moğol politikasi Sovyet politikasını takip eder. 1991 yılından sonra çok partili sisteme geçmişler. Moğolistanın bir milyon beşyüzbin kilometre kare yüzölçümü ile denize bağlantısı olmayan ikinci büyük ülke. 

      Başken Ulan Bator 1778 senesinde kurulmuş dünyada denize en uzak başkentmiş. Tur rehberi bütün bunları anlatırken merak edip eğitimini sordum, ekonomi okumuş ama para yapamayınca Amerika’dan döndüğünde tur şirketi açmış. Turistlere Moğolistan hakkında daha iyi bilgiler vermek içinde kendini geliştirmiş.Vallahi bravo,adamı çok taktir ettim.

Bozkırın ortasında bir sürü insan  kalabalığı gördük. “:Burada insanlar neden toplanmış” diye sorduğumda 


“Çocukların at yarışı var, isterseniz durup bakalım”dedi..Böyle bir gösteriye rasladığımız için çok şanslız.



Arabayı park edip hemen kalabalığın arasına karışıyoruz, birden kıpkırmızı elma yanaklı kızlı erkekli çocuklar sarıyor etrafımızı, fotoğraflarını çekmemi istiyorlar,  hem onların hemde onlarla beraber fotoğraf çektiriyorum, sonra geleneksel kıyafetler içinde Moğol erkeklerinin fotoğraflarını çekiyorum, ama kadınların fotoğraflarını tur rehberi uyardığı için çekmiyorum, hoşlarına 

gitmiyormuş. 

Hava çok güzel aydınlık , bembeyaz bulutlar mavi gökyüzünde tembel tembel hiç kımıldamadan duruyorlar, ara sıra gökyüzünde uçan şahin'ler görüyorum, sırası gelmişken söyliyeyim, Moğollar Kartal yada Şahin avlamıyorlar, 

kuş eti yemiyorlar, 






Kalabalık birden hareketlendi “Ne oluyor” diye sorduğumda “İlk yarışçının geldiğini” söylüyor rehberimiz. Biraz sonra ilk yarışçı cocuklar atlarının ağızlarında beyaz köpükler saçarak olduğumuz yere doğru  gelmeye başladılar, 



   hem atlar hemde çocuklar inanılmaz yorgun,  tam 12 kilometre koşmuş bu atlar, çocukların yaşı 7 ile 11 arasında. Yarışmacı çocuklar arasında  kızlarda var. 
                     



Hele bir kız çocuğu var ki 6-7 yaşlarında, atın eyeri bile yok, ve bu çocuk ilk üçün içinde, eyerin olmamasinin nedeni .yoksullukmuş, ailesinin eyer alacak gücü yok” diyor rehber, eyersiz 12 kilometre at süren bu çocuğa hayran kaldım, sonra öğrendim ki Moğollar cocuklarına  üç yaşına geldiğinde ata binmesini öğretiyorlarmış.




“Çin Seddi’ni dolaşırken Cand’nin Moğollar atlarıyla yenilmez savaşçılar, onun için bu duvar yapılmış atlarını kullanamasınlar diye demişti, ne demek istediğini şimdi çok daha iyi anladım”


 Birkaç saat orada kaldıktan sonra tekrar hareket ediyoruz, bir saat sonra bozkırın ortasında küçük bir köye geldik . Köy dediğim sıra sıra dizilmiş 15-20 tane küçük ev , bunlardan biri de restoran. Rehber “ Bugün öğle yemeğini burada yiyeceğiz ama bundan sonra biz kendimiz pişireceğiz” dedi. Moğolların ana yemeği koyun yada keçi eti. 



Garson, kocaman bir tencere getirdi ortaya her birimize de birer tabak bıraktı, bizim haşlama et gibi ama içinde hamur da var. Çok severek yediğim söylenemez ama aç kalmaktan iyidir deyip yumuluyorum. Yemekten sonra ben dışarı çıktım iyi kide çıkmışım.



Bozkırın karşı tarafından dört nala gelen bir at sürüsü ortadaki su birintisine gelip su içmeye başladılar, bende hemen bu nefis görüntüyü belgelemek için  fotoğraf makinemin ayarını  seri çekime getirdim,  sularını içen atlar geldikleri gibi aynı hızla yollarına devam ettiler, dört nal uzaklaşırken peşpeşe görüntüledim onlari. 



Tekrar yola çıktığımızda zaman zaman koyun, keçi at sürüleriyle karşılaşıyoruz, bazende onlara yol vermek için duruyoruz. .

Tur rehberimiz sağ tarafta ki akbaba sürüsünü işaret ediyor, yaklaştığımızda arabadan inip fotograflarını çektik, biraz daha yaklaşınca çıglık çığlığa uçmaya başladılar, yerde zavallı atın sadece kemikleri kalmıştı. Moral bozucu bir durum. Tekrar arabaya binip bozkırın çukurlarla dolu yolundan hoplaya zıplaya yola devam ettik.

Nihayet kalacağımız Moğol ailesinin ger’ine geldik, yaşlı bir karı koca karşıladı bizi.


                          Sırtını yüksek dağlara vermiş yan yana üç tane yurt var, bunlardan birinde kendileri kalıyor diğer iki yurt’u bizim gibi turistlere kiralıyorlar, biz geldiğimizde diğer yurt’ta da iki Alman bayan kalıyordu. Ertesi sabah onlar ayrıldı. Yaşlı karı koca ile tanışıyoruz,

bizi kendi çadırlarına davet ediyorlar, içeride karşılıklı iki tane sedir, ortada bir soba, yanında da küçük bir yer masası var. Çadırın girişinin sağında ise mutfak malzemelerinin bulunduğu  bir sandık.
Yaşlı bayan , sobanın üstünde kaynayan suyun içine bir avuç çay attı. 

Sonrada en az iki litre sütü içine boca etti, al sana sütlü çay. Her birimize bir tas sütlü çay ikram etti, geri çevirmenin ayıp olacağını düşündüğümden  içine biraz şeker konunca hiç de fena olmadı. 

Yaşlı bayan hiç oturmuyor sürekli bir şeyler yaparken adamda ha bire uzun çubuğu ile sigara üstüne sigara yakıyor, adamın yüzünü hafif bir bulut arkasından izliyorum. 

Bir müddet sonra kalkıp eşyalarımızı minibüsten kalacağımız ger’e taşıdık.
Bize ait yurt’ta da uç sedir var, orta da yine bir soba ve küçük bir masa, sobanın yanında da bir sepet içinde tezekler var.


Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra dışari çıktık, kaldığımız yurdun beş on metre sağında bir tuvalet var, tabi kapısı yok. Sol tarafımızda biraz ilerde çitlerle çevrili bir ağıl var, ağılın bir kısmının üstü kapatılmış , büyük bölümü açık, açık olan yerde de 25-30 tane büyük baş hayvan , iki deve bir de at var, tam karşımızda küçük bir dağ var, önünde de koyun sürüsü otluyor.


 Dağın yamaçlarında da keçiler ,dağın yamaçında kavga eden iki keçi gördüm ki inanilir gibi değil bir insanın zor durabileceği yamaçta havaya kalkıp boynuzlarıyla küt küt bir birine vuruyor,


Yurd’un arkasındaki kocaman dağın yan tarafından dağın zirvesine çıkılacak bir yol keşfettim, dağa tırmanırken iki ayağının üstünde dikilmiş bir tavşanla burun buruna geldim, bir müddet bakıştıktan sonra tavşan zıplayarak uzaklaştı. . 

 Dağın doruğuna yaklaştığımda bir taş yığınının  yanındaki ağaça asılmış renkli bez parçaları gördüm. Bizdeki dilek ağaçları gibi. Yol boyunca  gördüğüm bu bez parcalarının  bizdeki ile  aynı anlama mı geldiğini rehbere sormayı unutmuşum


 Zirveye çıktığımda Önümdeki ucsuz bucaksiz bozkir'in uzandigini goruyorum, masmavi gökyüzünde yine beyaz parça parça bulutlar var, tam bir sonsuzluk, hayatımın hiç bir döneminde kendimi bukadar özgür hissettiğimi anımsamıyorum, özgürlüğü tüm benliğimde   hissettim, müthiş bir duygu, oturup dakikalarca bu dinginliğin tadını çıkardım. 

 Gün batımına kadar dağın zirvesinde kaldım, günün son ışıkları aşağıda otlayan koyun sürüsünün üstüne düşüyordu, kameraları alıp bu eşsiz manzarayı belgeliyorum.

                    Tur rehberimizin hazırladığı  lapa makarna  akşam yemeğini yemeye çalıştık.  Ben bitirmedim  tabağı masanın üstüne bıraktım. Sobamız yanıyor  güneşin batmasıyla hava hissedilir biçimde soğudu, şoförde bizimle beraber aynı çadırda kalacak, rehberde yaşlı karı kocanın çadırında, çünkü öbür çadır dolu.
                    Kargo pantolonumun altında yünlü iç camaşırım var, üstüme de poları giyip başımada beremi takıp yattım.

  

 Sabah erkenden kalkip cadirdan disari ciktigimda,  yaşlı kadını gördüm, o çoktan kalkmış ağıldaki hayvanların tezeklerini kızak gibi bir tahtanın üstüne diziyordu, sonra da kızağı alıp bozkırın ortasına bir yere kuruması için bıraktı. Belliki kışlık yakacak hazırlıyor. Eh bu hayvanlar burada olduğu süre içinde yakacak sıkıntısı çekmezler.  



                        Güneş yavaş yavaş doğmaya başladı, bu seferde müthiş bir gün doğumu hakim oldu bozkıra, güneşin doğumu gecenin ayazını yavaş yavaş kırmaya başladı. Önümde ki koyunlar yatmış tembel tembel uyukluyorlar.

Gün doğumunun fotoğraflarını ve fark ettirmeden tezek taşıyan kadınınn fotoğraflarını çekerken çoban geldi, koyunlar çobanı görünce hepsi birden ayaklandı, hayretler içinde bu manzarayı izledim, sonra da çoban önde koyunlar arkasında uzaklaştılar. Ben de tekrar yurt’a girdim bizim soför de kalkmış kahvaltıyı hazırlıyordu, 



kahvaltı dediğim sütlü çay ve akşamdan kalma sütlü makarna.
Ben kahve yapmayı tercih ettim, yaşlı kadından biraz süt istedim, benim kahvaltımda kahve ve biraz da bisküvi oldu. Tura yemek dahil demişlerdi ama yemeğin bu olacağını hiç düşünmemiştim. 


            KAYNAKLAR ;
2.    Lonely planet trans-siberian railway
3.    www.seat61.com
4.    Trans-Sibirian handbook (Brtn Thomas)
6.    www.wikipedia.org/Turkic People



No comments: