TRANS SIBIRIA GEZI NOTLARI FROM ULAN UDE TO PEKIN
TREN ULAN UDE’DEN PEKIN’E;
Öğle
üzeri otelden ayrılıp tren istasyonuna geldim. Bu güzel şehre hoşçakal dedikten sonra tren garindan içeri girdim, pano bizim tren saatini
üç olarak gosteriyordu. Tren garında biraz zaman gecirip, bir kaç tane
kartpostal aldıktan sonra perona gittim.
020 numaralı trene bineceğiz. Aslında bütün okuduklarımda Trans-Sibirya trenlerinin
içinde en iyisi 02 numaralı tren yazıyordu. Ama gördüm ki 020 numaralı tren çok
daha iyi. Trene binmeden önce görevli (ki- yine bayan) pasaportları kontrol
edip biletlerimizi aldı. İnsani rahatsız edecek kadar tavırları sert bir kadın.
Kalacağımız kompartımana
yerleştik, yol boyunca ihtiyacım olacak, yiyecek, çay, kahve ve termosu
yanıma alıp bavulları kapının üstündeki çıkıntıya yerleştirdim. Saat tam
15.00 de tren hareket etti, böylece
hemen hemen üç gün sürecek Pekin yolculuğumuz baslamış oldu. Kaldığım kompartıman dort kisilik, ama bütün vagonda Çin’li
bir ailenin hariçinde kimse yok.
Vagonun ilk girişinde ki sıcak su
tankının karşısındaki kompartımanda da vagon
görevlileri kalıyor. ikiside son derece soğuk.
Biraz sonra soğuk su almak için
gittiğim sıcak su tankının yanında soğuk su
yoktu. Görevli kadına soğuk suyu
sorduğumda su olmadığını söyledi ve bana gazlı su satmaya çalıştı, istemedim
yan vagona geçip oradan soğuk su aldım ama bu sefer ordaki görevlinin ters ters
bakısını üstümde hissettim. . Zaten ertesi gün tekrar su almaya gittiğimde
de vermedi. Gezinin başından beri
bu tür davranış biçimine alışmıştım artık, çok fazla üzerinde durmadım. Bütün bu olumsuzluklar beni çok fazla
etkilemiyordu
Trende
ilk günümü kitap okuyarak, fotoğraf çekerek geçirdim, bütün vagon bize aitti, tuvaletler
ve koridorlar çok temiz, Akşam marketten aldıklarımla karnımı doyurdum, süt
bozulmadan bir termos dolusu kahve yaptım.
. Trenin
raylarda çıkardığı ritmik sesler bana ninni gibi geldi, biraz sonrada derin bir uykuya daldım. Sabaha kadar deliksiz uyumuşum,
kalktığımda saat sabah 6.00’yı gösteriyordu, kahvaltı olarak sıcak suyun içine
atılan hazır çorbayı bisküvi ile içtim.
Peşinden de kahve , sabah kahvaltisi bukadar. Evden ayrılalı henüz bir ay olmuş
ben çoktan beş kilo vermiştim bile, eve dönüş 20 Ağustos , daha üç ay var, bakalım kaç kilo daha
vereceğim, gerekli gıda yi alamıyorum ama vitamin haplarını da almayi ihmal
etmedim. Kompartımanın camını açamadım ama koridordaki camı açıp fotoğraf
çekebiliyorum, bu fotoğraflar gerçi çok kaliteli değil ama yine de belgelemek
için bu fotograflara ihtiyaç var.
Tran-Sibirya tren yolculuğunda “Yol
boyunca manzara güzelmi ?” diye sorarsanız biraz düşünürüm. “A aaa nekadar güzelmiş”demedim hiç. Geçtiğimiz
yerler ya ormanlık , yada uçsuz bucaksız
ovalar. Yeni Zelanda’da da Kuzey adasında gördüğüm enfes ,unutulmaz manzaraları bu yolculukta göremedim. Hatta
Bergen’den Nutshell’e trenle giderken gördüğüm o
nefes kesen manzara da yok. Ama yinede
bir gezginin yapması gereken farklı
yolculuklardan bir tanesi
olduğunu düşünüyorum.Trans Sibirya yolculuğunun.
Ulan-Ude ile Pekin arasındaki
coğrafya değişti, bu bölgede ormanlar yerini uçsuz bucaksız bozkırlara bıraktı,
uzakta gözüken dağların tepelerı karlı, aslında tren yoluna yakın olan yerlerde
de yer yer karlar var. En dikkat çeken akar suların bol olması ve yol boyunca
daha önce hiç görmediğimiz büyük baş hayvanları bu bölgede görmek mümkün artık. Sanıyorum hayvancılık
oldukça yaygın, ama bu kadar bol su ve geniş arazi olmasına rağmen ekili arazi
görmedik, belki mevsim uygun değil bilemiyorum.
Yol boyunca geçtiğimiz yerleşim
yerlerindeki evler Sibirya’nın diğer bölgelerindeki gibi küçük 15-20m2
ahşaptan yapılma küçük kutu gibi evler.
Kasaba yada köy içinde genelde yol yok, patika toprak yollarla bir birine
bağlanmış.
İkinci gün stepler başladı, yeşil alan
hemen hemen yok gibi, burdaki evler artık tamamen ahşap değil betonarme evler de
var.
İkinci günün gece yarısı Rus, Çin
sınırına geldik, tren durduğunda görevli kadın “Kompartımandan çıkmayın, gümrük
memurları pasaport kontrolüne gelecek”dedi. Biz içeride beklerken vagon
kapısının açıldığını ve gelen memurun ,vagon görevlisine “Türk “dediğini
duydum. Demek ki biz gelmeden namımız gelmiş .Biraz sonra iki tane gümrük
görevlisi bayan geldi bizim pasaportları verdik
, pasaportlara baktılar sonra
da alıp gittiler . Biraz sonra bu sefer
iki tane sırım gibi adam girdi içeri, bize bavulları indirmemizi ve geri
çekilmemizi söylediler, yanlarındaki kurt köpeği bizim bavulları kokladı sonra
onlarda gitti. Bizde bavulları tekrar yerlerine koyduk
Daha sonra vagon görevlisi kadın gelip herkesi
trenden indirdi, gümrük binası oldukça büyük içeride oturcak yerler, alışveriş
için küçük dükkanlar var. Havanın soğuk olmasına rağmen dışardaki banklarda
oturmayı tercih ettik. Burada ne kadar bekliyeceğimizi bilmiyoruz görevliye bir
ara “Kaç saat bekliyeceğiz”dedim “Sekiz saat” dedi. Yanlış anladım her halde
sonra bizim suratsız vagon görevlisi kadına sordum “O da eliyle sekiz” dedi.
Biraz sonra tren hareket etti bir kilometre ilerdeki hangar gibi bir yere
girdi, yarım saat sonrada hangardan gelen sesler gecenin sessizliğinde
bize kadar ulaştı. Bekleme salonunda tanıştığım
Norveç’li bir bayana “Neden bukadar çok bekliyoruz biliyormusunuz”diye
sorduğumda “Tren lokomotif ve vagonların batı standartına göre ayarlıyorlar”
dedi. Ne demek istediğini anlamadım. Aptal aptal baktığımı görunce anlattı.
Meğer Trans-Sibirya demir yolu batı standartlarından 8 cm daha genişmiş.2.
Dunya savaşı sırasında Alman’ların bu demir yolunu kullamasını engellemek için
tren yolunu batı standarlarından ayırmışlar. Böylece Almanlar bu demir yolunu
kullanamamışlar. Bravo Stalin’e.
Artık beklemekten
sıkıldık, gümrük binasını geçtikten sonra peronun bitiminde yukarı çıkan bir
merdiven var. Oraya doğru yürüdük, merdivenleri çıkıp köprüden karşıya geçtik.
Burası küçük bir sınır kasabası, yol üzerinde bir kaç tane bakkal gibi yerler
var, açık olan bakkakallardan birine girdik. Tezgahtaki
çocuk “Türk’müsün” diye sordu “Evet” dedim. Kendisi de Azeri , çok yakınlık
gösterdi, İlk kez burada bir Türk’le karşılaştığını söyledi. Biraz konuştuk,
birazda alışveriş yaptıktan sonra ayrıldık.
Artık trenin hareket etme
saatinin gelmiş olması gerek, neredeyse yedi saatir burdayız, tekrar
merdivenleri inip perona geldiğimizde de bizim tren hangardan çıkıp perona
giriyordu. Biraz sonra vagon görevlisi vagonların kapısını açtı bizde içeri
girdik. Yarım saat sonra bizim pasaportları alan bayanlar geldi,
pasaportlarımızı geri verdiler, ama Moskovo’da içeri girerken verdikleri formu
almışlardı.
Kısa bir süre sonra perondan çıktık, trende giderken hiç sıkılmıyorduk ama burada sekiz saat amaçsız kalmamız bizi sıkmıştı. Beş dakika sonra Rus topraklarından çıkıp Mancurya’dan Çin topraklarına girdik. On beş yirmi dakika sonra tren yine durdu. Eğer Trans-Sibirya tren yoluyla seyahat edecekseniz bu duruşlara hazırlıklı olun. Tren durduktan sonra kompartımana bu seferde üç Çin’li gümrük görevlisi girdi, ingilizce , içlerinden biri “pasaport “ dedi, Benim sorunumda başladı, Rusya’da Türk pasaportunu kullanmıştım çünkü Rus’ya Türk pasaportuna vize istemiyordu,Çin vizesi ise Kanada pasaportunda, ben Kanada pasaportumu verdim . Görevli “Senin Rus vizen “ nerede diye sorunca Türk pasaporunu da vermek zorunda kaldım.
Görevli iki pasaportu evirdi çevirdi “Niye iki pasaport taşıyorsun”dedi, anlat bakalım şimdi, “Ben Kanada’da yaşıyorum, Rusya Türk pasaportuna vize istemiyor, onun için Moğolistan vizesini de Türk pasaportuna aldım, ama Çin konsolosluğu Kanada da yaşadığım için Türk pasaportuna vize vermedi, Kanada pasaporuna verdi, onlara iki pasaportla seyahat etmemin sorun yaratacağını söyledim onlarda hiçbir problem yaşamazsın “dediler. Neyse adam hiçbir şey söylemeden bizim pasaportları alıp gittiler, ama yarım saat sonra tekrar geri gelip “sen bizimle gel” dediler. ben kurbanlık koyun gibi görevlilerin onüne düştüm. Gümrük binası çok temiz,pırılpırıl gösterişli bir bina, alt katta pasaport kontrol yerleri, onların hemen arkasında büyük bir market var, üst katta da bekleme salonu.
Biz bekleme salonuna
geçtikten sonra office kısmına geldik, burada da dışarıda beklemek için deri
güzel koltuklar, yan taraflarda ise ofisler var. Burada gümrük memurlarından en
yetkilisi düzgün bir İngilizce ile bana aynı soruları sordu, bende yine aynı
cevabı verdim, ama adamın hiçte tatmin olmuş gibi bir hali yoktu. Elinde benim
pasaportlar büroya girdi oradan sağa sola telefon açmaya başladı. ,Yanımdaki genç Çin’li memur “Merak etme sadece araştırıp anlamaya
çalışıyor” dedi. Nasıl merak etmem, yıllar önce
Richard Gere’n izlediğim “Red Corner”Kırmızı Köşe filmini hatırlayınca
sırtımdan soğuk terler dökülmeye başladı, , bir tarafta bunları
düşünürken bir taraftan da bağıra çağıra telefonda konuşan adamı izliyorum. Yanımdaki memur sanırım
beni rahatlatmak için konuşmaya başladı, ama bu sohbetin içindeki ince
sorgulamaları anladım. Bana Pekin’de nereleri göreceğimi, sordu, söyledim.
Pekin’e gideceğimi oradan Shangai geçip Moğolistan’a gideceğimi söyleyince
hemen ‘Moğolistan’a Shangai’danmı
gideceksin” dedi “yok Pekin’de bir gün kalıp, Shangai’ya gideceğim ondan sonra
tekrar Pekin’e dönüp bir hafta daha kalıp oradan Moğolistan’a geçeceğim” dedim.
Sohbet sırasında “Tayvan hakkında ne düşünüyorsun” diye sordu. Bende ona “Bildiğim kadarıyla Tayvan 1661 Ming hanedanlığından beri Çin’e ait”ve halende Çin Halk Cumhuriyetinin bir parçası”dedim. Bu cevap adamın çok hoşuna gitti,ve benimle çok samimi sanki kırk yıllık arkadaşmışız gibi konuşmaya başladı. Ben gerçi adamın hoşuna gitsin diye değil, gerçekten böyle olduğuna inandığım için söylemiştim. Amerika ve batının Tayvan’ı Çin’den kopartıp ayrı bir devlet olması için el altından desteklediğini biliyorum, ama Çin’in bu konuda tavizsiz, sağlam bir duruşu var. Ben bir taraftan Çin’li memurla sohbet ediyorum ama içerideki adamın telefonda bangır bangır bağırması bana kadar geliyor, o bağırdıkça benide ter basıyor. Artık ahbap olduğumuz yanımdaki memura “Sen Capitan’mısın” (Yüzbaşı’mısın)diye sorduğumda .Güldu “I hope soon I am a lieutenant”(Ümit ederim yakında olurum teğmenim) dedi.” “ Bir saattir içeride kiminle konuşuyor” dedim oda “ Toronto konsolosluğunu arıyor” dedi. Yuh, adam benim vizenin doğru olup olmadığını araştırmak için önündeki komputure inanmıyor, birde doğrulatmak icin Toronto’yu ariyor.
Neyse
yarım saat sonra elinde benim pasaportlarla geldi, beklettiği için nazikce özur
diledi, ama bu normal prosödürü uygulamak zorunda olduğunu söyleyip
pasaportlarımı verdi.
Sonra hepsiyle el şıkışıp aşağı indim.
Önce markete uğrayıp biraz yiyecek, bir kaç şişe su bira, bir kutu süt, alıp trene bindim.
Dün gece Rus sınırına
gelmiştik, saat neredeyse 11 oldu,
sınırdan çıkıp bir türlü devam edemiyoruz yolumuza. Neyse ki sonunda
vagon kapıları kapandı, trende yavaş yavaş perondan hareket etti.
MANCURYA;
Artık
Çin’in Mancurya bölgesindeyiz, kameraları kaptığım gibi koridordaki camları
açıp fotoğraf çekmeye başladım.
Bütün coğrafya
değişmişti, tren yoluna yakın küçük kasabalardan geçiyoruz, burada ahşap evler
yerini betonarme evlere bırakıyor,
sınırdan geçtikten sonraki ilk şehiri
görüyoruz. Uzaktan görülen modern
ve büyük binalar var , şehirden geçerken
ellerinde yemek kapları, başlarında kasklarla ile yürüyen
bir sürü işçi gördük. Şehirden
çıktıktan sonra, Moskova’dan beri ilk kez ekili arazi gördüm, suyun
içinde, pirinç tarlalarında çalışan
insanlar var. Tren ilerledikçe pirinç
tarlaları yerini muhteşem bir manzaraya bıraktı, bir aydan beri yaptığımız tren
yolculuğunda gördüğüm en güzel manzara, sayısız fotograflar çektim, ufukta
görünen yemyeşil dağları, vadileri ve akar sularıyla büyüleyici bir peyzaj.
Zaman zaman dağların eteğinde akarsuların kenarlarında kurulmuş çok şirin
kasabalardan da geçiyoruz.
Tren kıvrıla kıvrıla dağların içinden
geçerken hemen aşağıda nazlı nazlı akan nehirleri izlemek bütün
yorgunluğuma değiyor. Doyumsuz
manzaranın tadını çıkartıyoruz. Çin sınırını geçtikten sonra durduğumuz ilk tren
istasyonu, yan yana alçak katlı binalardan
oluşmuş, kırmızı renkli, önlerindeki
ağaçlarla çok şirin bir istasyon, bana nedense oyuncak mağazasında gördüğüm,
oyuncak trenlerin geçtikleri maket istasyonları çağrıştırdı. İstasyonun altında
rayların üstünde çalışan kasklı işçiler var, Çin sınırını geçtikten sonra karınca sürüsü gibi sürekli hareket
halinde,çalışan insanlar dikkatimizden kaçmıyor. Bu ülkede herkes birşeylerle uğraşıyor herhalde. Boş duran yok.
Trenin hareketinden sonra
bir göl kenarından geçiyoruz, gölün karşısında yine yüksek binaların yoğun
olduğu bir şehir var. Gölü geçtikten
sonra tekrar dağlar başlıyor, trenimiz dağların içinden geçerek yoluna devam
ediyor, tren yoluna yakın yerlerde kurulan küçük kasabalar Rusya Sibirya’sında
yol boyunca gördüklerimizden daha büyük ve daha bakımlı, binaların hemen hemen
hepsi tuğladan yapılmış ve çatıları kırmızı kiremit.
Nihayet Ulan Ude’den
çıkışımızın üçüncü gününde Pekin tren istasyonuna girdik. Daha önce internetten
öğrendiğime göre Pekin’de Güney, Kuzey, batı tren istasyonları var. Bizim
geldiğimiz istasyon Güney istasyonu olmalı. Ve buradan alacağımız 2 numaralı
hat üzerinden otelimize gidiliyor, internetten bulduğum otel Güney istasyonuna
yakın. Son durakta eşyalarımızı alıp trenden indim, herkesle
beraber yürüyen merdivenlerden aşağı istasyona
girdik, çok büyük , çok temiz bir yer birden kendimi insan seli içinde buldum, istasyon hava
alanına ve şehir metrosuna baglantı veriyor, hangi tarafa gideceğinizi yerdeki
oklar gösteriyor. Benim önce yarın için Shangay hızlı trenine bilet almam gerekiyor. Gözüme kestirdiğim bir polis memuruna Shangay biletini nereden
alacağımı sordum, sağ olsun gişeye kadar
götürdü. Ertesi gün sabah saat 8 için gidiş dönüş biletlerimi aldıktan sonra
dışarı çıktım. Kalacagim otele metro ile değilde taksi ile gitmeye
karar verdim. Taksi aramamıza gerek kalmadan korsan taksiciler yanımda belirdi
.Bir tanesi 600 yen istedi,ben 100 yen dedim kabul etmedi, bende tren
istasyonu
ile otel arasında ki mesafeyi gösteren haritayı çıkardım, taksi fiatının 150
yen olduğunu söyledim, ve yürüdüm. Adam
arkamdan çağırdi 120 yene götüreceğini söyledi adam başı 10 dolar, kabul edip
adamı takip ettik, ara sokaklardan minibüsünü park ettiği yere geldik,”Eğer
polis durdurursa arkadaş olduğumuzu söylersiniz “dedi. Buna polis ne kadar
inanır bilemedim ama olur dedim.
Neyse on ,on beş dakika
sonra ana caddenin kestiği, ara bir sokağın başında bıraktı,”Buraya giremem otel
biraz ilerde” dedi. İndim, dar, pis, döküntü bir sokağa girdik. Sonra öğrendim
ki bu tür sokaklara Hutong
diyorlar, ( Ilerde Hutong'lar hakkinda bilgi vemeye calisacagim ) Hutong’daki otelin adı Beijing Hydle Cordyard”
Hutong’da derme
çatma gecekondu tipli binaların ortasındaki bu binanın tarihi bir bina olduğunu
öğreniyorum, odam birinci katta, altı yedi kat olan otelin iç avlusundan bütün
katları görmek mümkün, içeriyi kırmızı
kağıt abajurlar aydınlatıyor. Benim odam hemen bu iç avluya bakan odalardan
biri. Eşyalarımı koyduktan sonra yemek yemek için bir yer aramaya
çıktım, sokağa çıktığımızda garip yemek kokuların yanı sıra değişik kokular
geliyor. Otelden çıkar çıkmaz, Çinli bir kadının elinde tuvalet kağıdı ile
tuvalete girdiğini gördüm, Hutong’daki evlerde tuvalet olmadığını, insanlar bu
halk tuvaletini kullandığını Shangai’dan döndükten sonra öğreniyorum, tuvaletin
kapısı bacası yok, birde sokakta pantolonların arkası açık koşturan
çocuklar, anneleri bezle felan uğraşmıyor, bu çocuklar için her yer tuvalet
,sokakta bir sürü küçük popo görüyorsunuz. Vedeeee kalabalıkta sokağa tükürenden geçilmiyor,
Benim bütün iştahım kaçtı zaten, geri dönüp otelin
restoranında bir sandaviç yemeyi tercih ettim, yemekten sonra birer tane Çin birası içtim, güzel bira ama ben yinede Rus birasını tercih
ederim.
Yemekten sonra kameraları
şarja koyup, fotoğrafları laptopa yükledim. Shangai’a giderken Yanıma diş fırçası, diş macunu,
kamera kabloları gibi en gerekli şeyleri alacağım
YARIN ; SHANGAI.
No comments:
Post a Comment