Total Pageviews

Friday, 30 January 2015

TRANS SIBIRIA GEZI NOTLARI -9







                          TRANS SIBIRIA GEZI NOTLARI FROM ULAN UDE TO PEKIN






             TREN ULAN UDE’DEN PEKIN’E;


Öğle üzeri otelden ayrılıp tren istasyonuna geldim. Bu güzel şehre  hoşçakal dedikten sonra  tren garindan içeri girdim, pano bizim tren saatini üç olarak gosteriyordu. Tren garında biraz zaman gecirip, bir kaç tane kartpostal aldıktan sonra perona gittim.  020 numaralı trene bineceğiz. Aslında bütün okuduklarımda Trans-Sibirya trenlerinin içinde en iyisi 02 numaralı tren yazıyordu. Ama gördüm ki 020 numaralı tren çok daha iyi. Trene binmeden önce görevli (ki- yine bayan) pasaportları kontrol edip biletlerimizi aldı. İnsani rahatsız edecek kadar  tavırları sert bir kadın.



              Kalacağımız kompartımana yerleştik, yol boyunca ihtiyacım olacak, yiyecek, çay, kahve ve termosu yanıma alıp bavulları kapının üstündeki çıkıntıya yerleştirdim. Saat tam 15.00 de tren hareket etti,  böylece hemen hemen üç gün sürecek Pekin yolculuğumuz baslamış oldu. Kaldığım kompartıman  dort kisilik, ama bütün vagonda Çin’li bir ailenin hariçinde kimse yok.


              Vagonun ilk girişinde ki sıcak su tankının karşısındaki kompartımanda da vagon  görevlileri kalıyor.  ikiside son derece soğuk.
               Biraz sonra soğuk su almak için gittiğim sıcak su tankının yanında soğuk su   yoktu.  Görevli kadına soğuk suyu sorduğumda su olmadığını söyledi ve bana gazlı su satmaya çalıştı, istemedim yan vagona geçip oradan soğuk su aldım ama bu sefer ordaki görevlinin ters ters bakısını üstümde hissettim. .  Zaten ertesi gün tekrar su almaya gittiğimde de vermedi.  Gezinin başından beri bu tür davranış biçimine alışmıştım artık, çok fazla üzerinde durmadım. Bütün bu olumsuzluklar beni çok fazla etkilemiyordu 



Trende ilk günümü kitap okuyarak, fotoğraf çekerek  geçirdim, bütün vagon bize aitti, tuvaletler ve koridorlar çok temiz, Akşam marketten aldıklarımla karnımı doyurdum, süt bozulmadan bir termos dolusu kahve yaptım.
. Trenin  raylarda  çıkardığı  ritmik sesler bana ninni gibi geldi, biraz sonrada derin bir uykuya daldım.  Sabaha kadar deliksiz uyumuşum, kalktığımda saat sabah 6.00’yı gösteriyordu, kahvaltı olarak sıcak suyun içine atılan hazır çorbayı  bisküvi ile içtim. Peşinden de kahve , sabah kahvaltisi bukadar. Evden ayrılalı henüz bir ay olmuş ben çoktan beş kilo vermiştim bile, eve dönüş 20 Ağustos  , daha üç ay var, bakalım kaç kilo daha vereceğim, gerekli gıda yi alamıyorum ama vitamin haplarını da almayi ihmal etmedim. Kompartımanın camını açamadım ama koridordaki camı açıp fotoğraf çekebiliyorum, bu fotoğraflar gerçi çok kaliteli değil ama yine de belgelemek için bu fotograflara ihtiyaç var.


         Tran-Sibirya tren yolculuğunda “Yol boyunca manzara güzelmi ?” diye sorarsanız biraz düşünürüm. “A aaa  nekadar güzelmiş”demedim hiç. Geçtiğimiz yerler ya ormanlık  , yada uçsuz bucaksız ovalar. Yeni Zelanda’da da Kuzey adasında gördüğüm enfes ,unutulmaz  manzaraları bu yolculukta göremedim. Hatta Bergen’den  Nutshell’e trenle giderken gördüğüm  o  nefes kesen manzara da yok. Ama yinede  bir gezginin yapması gereken farklı  yolculuklardan bir tanesi  olduğunu düşünüyorum.Trans Sibirya yolculuğunun.




                 Ulan-Ude ile Pekin arasındaki coğrafya değişti, bu bölgede ormanlar yerini uçsuz bucaksız bozkırlara bıraktı, uzakta gözüken dağların tepelerı karlı, aslında tren yoluna yakın olan yerlerde de yer yer karlar var. En dikkat çeken akar suların bol olması ve yol boyunca daha önce hiç görmediğimiz büyük baş hayvanları bu bölgede  görmek mümkün artık. Sanıyorum hayvancılık oldukça yaygın, ama bu kadar bol su ve geniş arazi olmasına rağmen ekili arazi görmedik, belki mevsim uygun değil bilemiyorum.
             Yol boyunca geçtiğimiz yerleşim yerlerindeki evler Sibirya’nın diğer bölgelerindeki gibi küçük 15-20m2 ahşaptan  yapılma küçük kutu gibi evler. Kasaba yada köy içinde genelde yol yok, patika toprak yollarla bir birine bağlanmış.

              İkinci gün stepler başladı, yeşil alan hemen hemen yok gibi, burdaki evler artık tamamen ahşap değil betonarme evler de var.




               İkinci günün gece yarısı Rus, Çin sınırına geldik, tren durduğunda görevli kadın “Kompartımandan çıkmayın, gümrük memurları pasaport kontrolüne gelecek”dedi. Biz içeride beklerken vagon kapısının açıldığını ve gelen memurun ,vagon görevlisine “Türk “dediğini duydum. Demek ki biz gelmeden namımız gelmiş .Biraz sonra iki tane gümrük görevlisi bayan  geldi bizim pasaportları verdik ,  pasaportlara baktılar sonra da alıp gittiler . Biraz sonra bu sefer iki tane sırım gibi adam girdi içeri, bize bavulları indirmemizi ve geri çekilmemizi söylediler, yanlarındaki kurt köpeği bizim bavulları kokladı sonra onlarda gitti. Bizde bavulları tekrar yerlerine koyduk
                       



                     Daha  sonra vagon görevlisi kadın gelip herkesi trenden indirdi, gümrük binası oldukça büyük içeride oturcak yerler, alışveriş için küçük dükkanlar var. Havanın soğuk olmasına rağmen dışardaki banklarda oturmayı tercih ettik. Burada ne kadar bekliyeceğimizi bilmiyoruz görevliye bir ara “Kaç saat bekliyeceğiz”dedim “Sekiz saat” dedi. Yanlış anladım her halde sonra bizim suratsız vagon görevlisi kadına sordum “O da eliyle sekiz” dedi. Biraz sonra tren hareket etti bir kilometre ilerdeki hangar gibi bir yere girdi, yarım saat sonrada hangardan gelen sesler gecenin sessizliğinde bize kadar ulaştı. Bekleme salonunda tanıştığım Norveç’li bir bayana “Neden bukadar çok bekliyoruz biliyormusunuz”diye sorduğumda “Tren lokomotif ve vagonların batı standartına göre ayarlıyorlar” dedi. Ne demek istediğini anlamadım. Aptal aptal baktığımı görunce anlattı. Meğer Trans-Sibirya demir yolu batı standartlarından 8 cm daha genişmiş.2. Dunya savaşı sırasında Alman’ların bu demir yolunu kullamasını engellemek için tren yolunu batı standarlarından ayırmışlar. Böylece Almanlar bu demir yolunu kullanamamışlar. Bravo Stalin’e.



                     Artık beklemekten sıkıldık, gümrük binasını geçtikten sonra peronun bitiminde yukarı çıkan bir merdiven var. Oraya doğru yürüdük, merdivenleri çıkıp köprüden karşıya geçtik. Burası küçük bir sınır kasabası, yol üzerinde bir kaç tane bakkal gibi yerler var, açık olan bakkakallardan birine girdik.  Tezgahtaki çocuk “Türk’müsün” diye sordu “Evet” dedim. Kendisi de Azeri , çok yakınlık gösterdi, İlk kez burada bir Türk’le karşılaştığını söyledi. Biraz konuştuk, birazda alışveriş yaptıktan sonra ayrıldık.


                      Artık trenin hareket etme saatinin gelmiş olması gerek, neredeyse yedi saatir burdayız, tekrar merdivenleri inip perona geldiğimizde de bizim tren hangardan çıkıp perona giriyordu. Biraz sonra vagon görevlisi vagonların kapısını açtı bizde içeri girdik. Yarım saat sonra bizim pasaportları alan bayanlar geldi, pasaportlarımızı geri verdiler, ama Moskovo’da içeri girerken verdikleri formu almışlardı.

 
                    Kısa bir süre sonra perondan çıktık, trende giderken hiç sıkılmıyorduk ama burada sekiz saat amaçsız  kalmamız bizi sıkmıştı. Beş dakika sonra Rus topraklarından çıkıp Mancurya’dan Çin topraklarına girdik. On beş yirmi dakika sonra tren yine durdu. Eğer Trans-Sibirya tren yoluyla seyahat edecekseniz  bu duruşlara hazırlıklı olun. Tren durduktan sonra kompartımana bu seferde üç Çin’li gümrük görevlisi   girdi, ingilizce , içlerinden biri “pasaport “ dedi, Benim sorunumda başladı, Rusya’da Türk pasaportunu kullanmıştım çünkü Rus’ya Türk pasaportuna vize istemiyordu,Çin vizesi ise Kanada pasaportunda, ben Kanada pasaportumu  verdim . Görevli   “Senin Rus vizen “ nerede diye sorunca  Türk pasaporunu da vermek zorunda kaldım.
               Görevli iki pasaportu evirdi çevirdi “Niye iki pasaport taşıyorsun”dedi,  anlat bakalım şimdi, “Ben Kanada’da yaşıyorum, Rusya Türk pasaportuna vize istemiyor, onun için Moğolistan vizesini de Türk pasaportuna aldım, ama Çin konsolosluğu Kanada da yaşadığım için Türk pasaportuna vize vermedi, Kanada pasaporuna verdi, onlara iki pasaportla seyahat etmemin sorun yaratacağını söyledim onlarda hiçbir problem yaşamazsın “dediler. Neyse adam hiçbir şey söylemeden bizim pasaportları alıp gittiler, ama yarım saat sonra tekrar geri gelip “sen bizimle gel” dediler.  ben kurbanlık koyun gibi görevlilerin onüne düştüm. Gümrük binası çok temiz,pırılpırıl gösterişli bir bina, alt katta pasaport kontrol yerleri, onların hemen arkasında büyük bir market var, üst katta da bekleme salonu.



                    Biz bekleme salonuna geçtikten sonra office kısmına geldik, burada da dışarıda beklemek için deri güzel koltuklar, yan taraflarda ise ofisler var. Burada gümrük memurlarından en yetkilisi düzgün bir İngilizce ile bana aynı soruları sordu, bende yine aynı cevabı verdim, ama adamın hiçte tatmin olmuş gibi bir hali yoktu. Elinde benim pasaportlar büroya girdi oradan sağa sola telefon açmaya başladı. ,Yanımdaki genç Çin’li memur “Merak etme sadece araştırıp anlamaya çalışıyor” dedi. Nasıl merak etmem, yıllar önce Richard Gere’n izlediğim “Red Corner”Kırmızı Köşe filmini  hatırlayınca  sırtımdan soğuk terler dökülmeye başladı, ,  bir tarafta bunları düşünürken bir taraftan da bağıra çağıra telefonda konuşan adamı izliyorum. Yanımdaki memur sanırım beni rahatlatmak için konuşmaya başladı, ama bu sohbetin içindeki ince sorgulamaları anladım. Bana Pekin’de nereleri göreceğimi, sordu, söyledim. Pekin’e gideceğimi oradan Shangai geçip Moğolistan’a gideceğimi söyleyince hemen  ‘Moğolistan’a Shangai’danmı gideceksin” dedi “yok Pekin’de bir gün kalıp, Shangai’ya gideceğim ondan sonra tekrar Pekin’e dönüp bir hafta daha kalıp oradan Moğolistan’a geçeceğim” dedim.


                        Sohbet sırasında “Tayvan hakkında ne düşünüyorsun” diye sordu. Bende ona “Bildiğim kadarıyla Tayvan 1661 Ming hanedanlığından beri Çin’e ait”ve halende Çin Halk Cumhuriyetinin bir parçası”dedim. Bu cevap adamın çok hoşuna gitti,ve benimle çok samimi sanki kırk yıllık arkadaşmışız gibi konuşmaya başladı. Ben gerçi adamın hoşuna gitsin diye değil, gerçekten böyle olduğuna inandığım için söylemiştim. Amerika ve batının Tayvan’ı  Çin’den kopartıp ayrı bir devlet olması için el altından desteklediğini biliyorum, ama Çin’in bu konuda tavizsiz, sağlam bir duruşu var. Ben bir taraftan Çin’li memurla sohbet ediyorum ama içerideki adamın telefonda bangır bangır bağırması bana kadar geliyor, o bağırdıkça benide ter basıyor. Artık ahbap olduğumuz yanımdaki memura “Sen Capitan’mısın” (Yüzbaşı’mısın)diye sorduğumda .Güldu “I hope soon I am a lieutenant”(Ümit ederim yakında olurum teğmenim) dedi.” “ Bir saattir içeride  kiminle konuşuyor” dedim oda “ Toronto konsolosluğunu arıyor” dedi.      Yuh, adam benim vizenin doğru olup olmadığını araştırmak için önündeki komputure inanmıyor, birde doğrulatmak icin Toronto’yu ariyor.

Neyse yarım saat sonra elinde benim pasaportlarla geldi, beklettiği için nazikce   özur  diledi, ama bu normal prosödürü uygulamak zorunda olduğunu söyleyip pasaportlarımı verdi.
                        Sonra hepsiyle el şıkışıp aşağı indim. Önce markete uğrayıp biraz yiyecek, bir kaç şişe su  bira, bir kutu süt,  alıp trene bindim. 
                   Dün gece Rus sınırına gelmiştik, saat neredeyse 11 oldu,  sınırdan çıkıp bir türlü devam edemiyoruz yolumuza. Neyse ki sonunda vagon kapıları kapandı, trende yavaş yavaş perondan hareket etti. 



MANCURYA;
Artık Çin’in Mancurya bölgesindeyiz, kameraları kaptığım gibi koridordaki camları açıp fotoğraf çekmeye başladım.
                              Bütün coğrafya değişmişti, tren yoluna yakın küçük kasabalardan geçiyoruz, burada ahşap evler yerini betonarme  evlere bırakıyor, sınırdan geçtikten sonraki ilk şehiri  görüyoruz. Uzaktan görülen  modern ve büyük binalar var , şehirden geçerken  ellerinde yemek kapları, başlarında kasklarla ile  yürüyen  bir sürü işçi  gördük. Şehirden çıktıktan sonra, Moskova’dan beri ilk kez ekili arazi gördüm, suyun içinde,  pirinç tarlalarında çalışan insanlar var. Tren ilerledikçe  pirinç tarlaları yerini muhteşem bir manzaraya bıraktı, bir aydan beri yaptığımız tren yolculuğunda gördüğüm en güzel manzara, sayısız fotograflar çektim, ufukta görünen yemyeşil dağları, vadileri ve akar sularıyla büyüleyici bir peyzaj. Zaman zaman dağların eteğinde akarsuların kenarlarında kurulmuş çok şirin kasabalardan da  geçiyoruz.




                       Tren kıvrıla kıvrıla dağların içinden geçerken hemen aşağıda nazlı nazlı akan nehirleri izlemek bütün yorgunluğuma  değiyor. Doyumsuz manzaranın tadını çıkartıyoruz. Çin sınırını geçtikten sonra durduğumuz ilk tren istasyonu, yan yana alçak  katlı binalardan oluşmuş, kırmızı renkli,  önlerindeki ağaçlarla çok şirin bir istasyon, bana nedense oyuncak mağazasında gördüğüm, oyuncak trenlerin geçtikleri maket istasyonları çağrıştırdı. İstasyonun altında rayların üstünde çalışan kasklı işçiler var, Çin sınırını geçtikten sonra  karınca sürüsü gibi sürekli hareket halinde,çalışan  insanlar  dikkatimizden kaçmıyor. Bu ülkede herkes  birşeylerle uğraşıyor herhalde. Boş duran yok.


                    Trenin hareketinden sonra bir göl kenarından geçiyoruz, gölün karşısında yine yüksek binaların yoğun olduğu  bir şehir var. Gölü geçtikten sonra tekrar dağlar başlıyor, trenimiz dağların içinden geçerek yoluna devam ediyor, tren yoluna yakın yerlerde kurulan küçük kasabalar Rusya Sibirya’sında yol boyunca gördüklerimizden daha büyük ve daha bakımlı, binaların hemen hemen hepsi  tuğladan  yapılmış ve çatıları kırmızı kiremit.

                          Nihayet Ulan Ude’den çıkışımızın üçüncü gününde Pekin tren istasyonuna girdik. Daha önce internetten öğrendiğime göre Pekin’de Güney, Kuzey, batı tren istasyonları var. Bizim geldiğimiz istasyon Güney istasyonu olmalı. Ve buradan alacağımız 2 numaralı hat üzerinden otelimize gidiliyor, internetten bulduğum otel Güney istasyonuna yakın.     Son durakta  eşyalarımızı alıp trenden indim, herkesle beraber yürüyen merdivenlerden aşağı istasyona   girdik, çok büyük , çok temiz bir yer birden kendimi insan seli içinde buldum, istasyon hava alanına ve şehir metrosuna baglantı veriyor, hangi tarafa gideceğinizi yerdeki oklar gösteriyor. Benim önce yarın için Shangay hızlı trenine bilet almam gerekiyor. Gözüme kestirdiğim bir polis memuruna Shangay biletini nereden alacağımı sordum, sağ  olsun gişeye kadar götürdü. Ertesi gün sabah saat 8 için gidiş dönüş biletlerimi aldıktan sonra dışarı çıktım.  Kalacagim otele metro ile değilde taksi ile gitmeye karar verdim. Taksi aramamıza gerek kalmadan korsan taksiciler yanımda belirdi .Bir tanesi 600 yen istedi,ben 100 yen dedim kabul etmedi, bende tren
 

istasyonu ile otel arasında ki mesafeyi gösteren haritayı çıkardım, taksi fiatının 150 yen  olduğunu söyledim, ve yürüdüm. Adam arkamdan çağırdi 120 yene götüreceğini söyledi adam başı 10 dolar, kabul edip adamı takip ettik, ara sokaklardan minibüsünü park ettiği yere geldik,”Eğer polis durdurursa arkadaş olduğumuzu söylersiniz “dedi. Buna polis ne kadar inanır  bilemedim  ama olur dedim.
                       Neyse on ,on beş dakika sonra ana caddenin kestiği, ara bir sokağın başında bıraktı,”Buraya giremem otel biraz ilerde” dedi. İndim, dar, pis, döküntü bir sokağa girdik. Sonra öğrendim ki bu tür sokaklara  Hutong diyorlar, ( Ilerde Hutong'lar hakkinda bilgi vemeye calisacagim ) Hutong’daki otelin adı Beijing Hydle Cordyard”

                           Hutong’da derme çatma gecekondu tipli binaların ortasındaki bu binanın tarihi bir bina olduğunu öğreniyorum, odam birinci katta, altı yedi kat olan otelin iç avlusundan bütün katları görmek mümkün, içeriyi  kırmızı kağıt abajurlar aydınlatıyor. Benim odam hemen bu iç avluya bakan odalardan biri. Eşyalarımı koyduktan sonra yemek yemek için bir yer aramaya çıktım, sokağa çıktığımızda garip yemek kokuların yanı sıra değişik kokular geliyor. Otelden çıkar çıkmaz, Çinli bir kadının elinde tuvalet kağıdı ile tuvalete girdiğini gördüm, Hutong’daki evlerde tuvalet olmadığını, insanlar bu halk tuvaletini kullandığını Shangai’dan döndükten sonra öğreniyorum, tuvaletin kapısı bacası yok, birde sokakta pantolonların arkası açık koşturan çocuklar, anneleri bezle felan uğraşmıyor, bu çocuklar için her yer tuvalet ,sokakta bir sürü küçük popo görüyorsunuz. Vedeeee kalabalıkta sokağa tükürenden geçilmiyor,

                         Benim bütün  iştahım kaçtı zaten, geri dönüp otelin restoranında bir sandaviç yemeyi tercih ettim, yemekten sonra birer  tane Çin birası içtim,  güzel bira ama ben yinede Rus birasını tercih ederim.

                    Yemekten sonra kameraları şarja koyup, fotoğrafları laptopa yükledim. Shangai’a giderken  Yanıma diş fırçası, diş macunu, kamera kabloları gibi en gerekli şeyleri alacağım

YARIN ; SHANGAI.


            

No comments: