TRANS SIBIRIA GEZI NOTLARI" SAND DUNE"
Öğlene doğru ev sahiplerimize veda edip “Sand Dune”a doğru yola çıktık. Yeniden bozkırda çukurlarla dolu olan tekerlek izlerini takip ediyoruz, bir müddet sonra coğrafya değişiyor, yemyeşil bozkır yerini çöle bırakıyor.Önümüzde göz alabildiğince çöl var.
ufukta
çölün bitiminde yüksek dağlar yükseliyor. Çölün ortasında bir birinden uzak tek
tük yurt’lar var. Kahverengi olan kum tepeleri rüzgarın etkisiyle dalga dalga
olmuş, Nefis bir manzara hele çölün ortasındaki çiçekler
“Sand Dune”e ayrı bir güzellik katıyor.
Bozkırın ortasında nihayet toprakta olsa yola çıkıyoruz. Biraz sonra sağ tarafımıdaki açık alanda bir taş yığını ortasında renkli çaputlar bağlanmış bir direk görüyoruz. Fotoğraf çekmek için durduğumuzda tur rehberimiz taş yığınının etrafında dönüyor, şoför arabadan inmedi bile. Bunun ne anlama geldiğini
Fotoğraf çekimlerinden
sonra tekrar yola koyuluyoruz, yol boyunca başıboş at sürülerine
rastlıyoruz. Bugün gidecegimiz yerin adı “Gorkhi Terelji Milli Park”
Bozkırın ortasında nihayet toprakta olsa yola çıkıyoruz. Biraz sonra sağ tarafımıdaki açık alanda bir taş yığını ortasında renkli çaputlar bağlanmış bir direk görüyoruz. Fotoğraf çekmek için durduğumuzda tur rehberimiz taş yığınının etrafında dönüyor, şoför arabadan inmedi bile. Bunun ne anlama geldiğini
sormanın
tam zamanı.”Şaman dinine ait bir gelenek” diyor rehberimiz. Çaputlarda tutulan dileğin kabul edilmesi içinmiş, aynen bizdeki gibi.
Demek
ki bizde de evliya yada yatır dedikleri yerlere bez bağlama geleneği aslında
bir Şaman geleneğiymiş. Bunun bir Şaman geleneği olduğunu bizdeki din adamlarına
söyleseniz gösterecekleri tepkiyi tahmin edersiniz artık.
Taşların anlamı ise; Cengiz Han savaşa giderken bütün askerlerine bir taş almasını ve gösterdiği yere bırakmasını istermiş, savaş dönüşü askerlerine bu taş yığınından bir taş alıp atmalarını istemiş, geriye kalan taş sayısı savaşta ölen savaşcının sayısını gosterirmiş. Bu taş yığınları zamanla Şaman dilek sunaklarına dönüşmüş
Tekrar
yola çıktıktan sonra çok geniş bir vadinin içinden kıvrılarak akan Tuul nehrini
ve nehrin kenarında otlayan Yak sürülerini görüyoruz. Burada da inip Yak’ların
fotoğraflarını çektik, çok tüylü Bizona benzeyen bu hayvanların asıl ana yurdu
Tibet. Yak sütü Moğol’lar tarafından çok yaygın olarak kullanılıyor hatta bizim
çayın içindeki sütte Yak sütüydü.
Bir sure sonra Treji nehrinin vadisinde, dağların eteğine kurulmuş çok şirin bir yerleşim yeri gördük, burdaki evlerinde çatıları kırmızı ,mavi,yeşil renklerde.Tuul’u nehri parkın içinden devam ediyor. Parkın girişinde modern bir otel var. Parka girmeden yol kenarında bir Moğol elinde bir Kartal tutuyor.
.Çok az bir ücret karşılığında sizde kartalı tutup fotoğraf çektirebiliyorsunuz. Benim bildiğim kartallar Moğolistan’ın batısı Altay bölgesinde , Kazakistan ve Kırgısiztan da av için kullanılıyor, bu arkadaşta kolay para kazanmak için kullanıyor.
Tuul’u nehrini geçtikten sonra parka geldik yol parkın içinden devam ediyor, yol boyunca bir sürü kamp yerleri var, baziıları küçük baraka ama çoğunlugu yurt. Kalacağımız yurta gelmeden önce tur rehberi “Turtle Rock” kaplumbağa kayasına gidip orada fotoğraf çekebileceğimizi söylüyor. Gerçek bir doğa harikası olan kayanın arkasında yükselen dağlar muhteşem bir tablo görüntüsünde, kayanın hemen önünde yurt kampları var. Bu kaya parçasının alttaki kaya kaplumbağanın başı, üstteki kaya ise kabuğu görüntüsünde inanilmaz derecede kaplumbağaya benziyor
Masmavi
gökyüzüne doğru uzanan bu kayanın da bol bol fatoğraflarını çektim. Parkın
uçsuz bucaksız yeşilliği, uzaktaki dağları, vadiden akan nehir bir ressamın
tablosundan fırlamış gibi, insanın bu güzellikler karşısında dili tutuluyor,
Kaplumbğa kayasını geçip yolumuza devam ediyoruz, yüksek bir dağın eteğine kurulmuş üç yurtun önünde duruyoruz. Bu sefer genç bir çift karşılıyor bizi , bayanın kucağında üç yaşlarında bir çocuk var. Aile ile tanıştıktan sonra kalacağımız yurtu gösteriyorlar
bu çadırda daha önce kaldığımız çadırın hemen hemen aynısı yedi sekiz metre genişliğinde üç metre yüksekliğinde, içinde üç sedir(yatak) orta da bir soba ve kücük bir masa.
Dışarıdaki
yurtlardan birinde ev sahipleri öbüründe yine turist misafirler için bu yurtun
hemen yanında ahşaptan yapılmış bir ağıl, bizim yurtun on metre ilersinde de
kapısı olmayan bir tuvalet.
. Ev sahipleri bizi çadırlarına davet ettiler. Sobanın üstünde kaynayan sütlü çaydan ikram ettiler.
. Süt ve yoğurt satın almak istediğimi söyledim çok az bir ücret karşılığında hem yoğurt hemde kahve için süt satın aldım.
En
azından tur rehberimizin bulamaç gibi yaptığı makarnayı yememe yoğurt yardımcı
olacak. yurt'un arkasındaki dağa tirmaniyorum, bin binbesyüz metre yüksekliğindeki
dağın zirvesine çıkamıyorum ama bir saat sonra bütün vadiyi göreceğimiz
yüksekliğe çıkıyoruz, aşağıdaki manzara
müthiş, nehrin kıvrımlarındaki
rengarenk kasaba, kaplumbağa kayası, nehrin karşısındaki yurt
kampları
bütün bu görüntü büyülüyor. Biz
Ulan Bator’u henüz görmedik ama eminim Moğolistan’a gelen turistler şehirde
fazla zaman harcamadan kendilerini bu müthiş doğanın içine atıyorlardır.
Dağdan indigimizde tur rehberimiz meşhur lapa makarnasını hazırlamış bizi bekliyordu. Yoğurt gerçekten de düşündüğüm gibi bu makarnayı yememe yardımcı oldu. Yemekten sonra bir termos dolusu kahve yaptım , kahvemi alıp dışarı çıktığımda ev sahibimiz “Yarın sabah at kiralamak isteyip istemediğimizi”sordu. Saati on dolarmış. Moğolistan’a kadar gelipte at binmeden dönersek vururlar bizi, tamam dedik yarın sabah at gezimiz var.
Akşam
yine yünlü iç çamaşırlarımızı,
polarımızı ve beremizi takarak yattık. Üstümdeki kalın battaniyenin içinde ısınmaya çalıştım, usudum bütün gece. Sabah beşte yarı donmuş bir
durumda uyandım.
Sabah
yedi de tur rehberimiz kahvaltıyı
hazırladı, kahvaltıdan sonra ev sahibimiz atların hazır olduğunu haber
verdi. Çadırımızın önünde eyerlenmiş üç at duruyordu. Ev sahibimiz “Ata binmesini biliyormusun”diye
sordu.”Bir kaç kez bindim ama eğer atalarımın genetik yapısından biraz almışsam zorlanmam”dedim. Verdiğim cevap
hoşuna gitmiş olmali ki güldü.
. Yarım saat sonra akıllı uslu giderken birden şimşek gibi bir şey geçti yanımdan, bizim ev sahibi atın üstüne doğru yatmış dolu dizgin gidiyor, onun atını gören benim at birden ok gibi fırladı , bacaklarımı atın sagrısına iyice yapıştırıp bende onun gibi atın boynuna doğru yattım , önümdeki at koştukça benim at da koşuyor, ev sahibi ise sanki bana inat akrobik hareketler yapıyor, bir ara adam attan düştü zannettim, atın üstünden yere kadar eğilip bir şey aldı . Neyse ki sonunda durdu, yanına geldiğimde benim at da durdu. Gülerek avucunun içinde yerden aldığı taşı gösterdi.
Biraz dinlendikten sonra eşyalarımızı arabaya yerleştirdik, artık ayrılma zamanı gelmişti, ev sahipleriyle vedalaşıp tekrar yola revan olduk. Bundan sonraki göreceğimiz yer KHUSTAI NURUU MİLLİ PARK’ı
No comments:
Post a Comment