Total Pageviews

Saturday, 31 January 2015

TRANS SIBIRIA GEZI NOTLARI -15




                         TRANS SIBIRIA GEZI NOTLARI" SAND DUNE"


                               Öğlene doğru ev sahiplerimize veda edip “Sand Dune”a doğru yola çıktık. Yeniden bozkırda çukurlarla dolu olan tekerlek izlerini takip ediyoruz, bir müddet sonra coğrafya değişiyor, yemyeşil bozkır yerini çöle bırakıyor.Önümüzde göz alabildiğince çöl var.



ufukta çölün bitiminde yüksek dağlar yükseliyor. Çölün ortasında bir birinden uzak tek tük yurt’lar var. Kahverengi olan kum tepeleri rüzgarın etkisiyle dalga dalga olmuş,    Nefis  bir manzara hele çölün ortasındaki çiçekler “Sand Dune”e ayrı bir güzellik katıyor.




                       Fotoğraf çekimlerinden sonra tekrar yola koyuluyoruz, yol boyunca başıboş at sürülerine rastlıyoruz. Bugün gidecegimiz yerin adı “Gorkhi Terelji Milli Park”

 Bozkırın ortasında nihayet toprakta olsa yola çıkıyoruz. Biraz  sonra sağ tarafımıdaki açık alanda bir taş yığını ortasında renkli çaputlar bağlanmış bir direk görüyoruz. Fotoğraf çekmek için durduğumuzda tur rehberimiz taş yığınının etrafında dönüyor, şoför arabadan inmedi bile. Bunun ne anlama geldiğini 

sormanın tam zamanı.”Şaman dinine ait bir gelenek” diyor rehberimiz. Çaputlarda tutulan dileğin kabul edilmesi içinmiş, aynen bizdeki gibi.
 
Demek ki bizde de evliya yada yatır dedikleri yerlere bez bağlama geleneği aslında bir Şaman geleneğiymiş. Bunun bir Şaman geleneği olduğunu bizdeki din adamlarına söyleseniz gösterecekleri tepkiyi tahmin edersiniz artık.

Taşların anlamı ise; Cengiz Han savaşa giderken bütün askerlerine bir taş almasını ve gösterdiği yere bırakmasını istermiş, savaş dönüşü askerlerine bu taş yığınından bir taş alıp atmalarını istemiş, geriye kalan taş sayısı savaşta ölen savaşcının sayısını gosterirmiş. Bu taş yığınları zamanla Şaman dilek sunaklarına dönüşmüş

Tekrar yola çıktıktan sonra çok geniş bir vadinin içinden kıvrılarak akan Tuul nehrini ve nehrin kenarında otlayan Yak sürülerini görüyoruz. Burada da inip Yak’ların fotoğraflarını çektik, çok tüylü Bizona benzeyen bu hayvanların asıl ana yurdu Tibet. Yak sütü Moğol’lar tarafından çok yaygın olarak kullanılıyor hatta bizim çayın içindeki sütte Yak sütüydü.

Bir sure  sonra Treji nehrinin vadisinde, dağların eteğine kurulmuş çok şirin bir yerleşim yeri gördük, burdaki evlerinde çatıları kırmızı ,mavi,yeşil renklerde.Tuul’u nehri parkın içinden devam ediyor. Parkın girişinde modern bir otel var. Parka girmeden yol kenarında bir Moğol elinde bir Kartal tutuyor. 

.Çok az bir ücret karşılığında sizde kartalı tutup fotoğraf çektirebiliyorsunuz. Benim bildiğim kartallar Moğolistan’ın batısı Altay bölgesinde , Kazakistan ve Kırgısiztan da av için kullanılıyor, bu arkadaşta kolay para kazanmak için kullanıyor.
 eldiveni aldım, adam kartalı benim koluma bıraktı, bir kartalın bukadar ağır olabileceğini hiç bir zaman düşünemezdim. Üç dakika sonra kolum kartalı tartamaz oldu öbur elimle desteklemek zorunda kaldım.


Tuul’u nehrini geçtikten sonra parka geldik yol parkın içinden devam ediyor, yol boyunca bir sürü kamp yerleri var, baziıları küçük baraka ama çoğunlugu yurt. Kalacağımız yurta gelmeden önce tur rehberi “Turtle Rock” kaplumbağa kayasına gidip orada fotoğraf çekebileceğimizi söylüyor.  Gerçek bir doğa harikası olan kayanın arkasında yükselen dağlar muhteşem bir tablo görüntüsünde, kayanın hemen önünde yurt kampları var. Bu kaya parçasının alttaki kaya kaplumbağanın başı, üstteki kaya ise kabuğu görüntüsünde inanilmaz derecede kaplumbağaya benziyor



 



Masmavi gökyüzüne doğru uzanan bu kayanın da bol bol fatoğraflarını çektim. Parkın uçsuz bucaksız yeşilliği, uzaktaki dağları, vadiden akan nehir bir ressamın tablosundan fırlamış gibi, insanın bu güzellikler  karşısında dili tutuluyor, 


                            Kaplumbğa kayasını geçip yolumuza devam ediyoruz, yüksek bir dağın eteğine kurulmuş üç yurtun önünde duruyoruz. Bu sefer genç bir çift karşılıyor bizi , bayanın kucağında üç yaşlarında bir çocuk var. Aile ile tanıştıktan sonra kalacağımız yurtu gösteriyorlar


bu çadırda daha önce kaldığımız çadırın hemen hemen aynısı yedi sekiz metre genişliğinde üç metre yüksekliğinde, içinde üç sedir(yatak) orta da bir soba ve kücük bir masa.

Dışarıdaki yurtlardan birinde ev sahipleri öbüründe yine turist misafirler için bu yurtun hemen yanında ahşaptan yapılmış bir ağıl, bizim yurtun on metre ilersinde de kapısı olmayan bir tuvalet.

                      . Ev sahipleri bizi çadırlarına davet ettiler.  Sobanın üstünde kaynayan sütlü çaydan ikram ettiler. 

. Süt ve yoğurt satın almak istediğimi söyledim çok az bir ücret karşılığında hem yoğurt hemde kahve için süt satın aldım.


En azından tur rehberimizin bulamaç gibi yaptığı makarnayı yememe yoğurt yardımcı olacak. yurt'un arkasındaki dağa tirmaniyorum, bin binbesyüz metre yüksekliğindeki dağın zirvesine çıkamıyorum ama bir saat sonra bütün vadiyi göreceğimiz yüksekliğe  çıkıyoruz, aşağıdaki manzara müthiş, nehrin kıvrımlarındaki rengarenk kasaba, kaplumbağa kayası, nehrin karşısındaki yurt  kampları bütün bu görüntü büyülüyor. Biz Ulan Bator’u henüz görmedik ama eminim Moğolistan’a gelen turistler şehirde fazla zaman harcamadan kendilerini bu müthiş doğanın içine atıyorlardır.

     


Dağdan indigimizde tur rehberimiz meşhur lapa makarnasını hazırlamış bizi bekliyordu. Yoğurt gerçekten de düşündüğüm gibi bu makarnayı yememe yardımcı oldu. Yemekten sonra bir termos dolusu kahve yaptım , kahvemi alıp dışarı çıktığımda ev sahibimiz “Yarın sabah at kiralamak isteyip istemediğimizi”sordu. Saati on dolarmış. Moğolistan’a kadar gelipte at binmeden dönersek vururlar bizi, tamam dedik yarın sabah at gezimiz var.




Akşam yine  yünlü iç çamaşırlarımızı, polarımızı ve beremizi  takarak  yattık. Üstümdeki kalın battaniyenin  içinde ısınmaya çalıştım, usudum bütün gece. Sabah beşte yarı donmuş bir durumda uyandım. 

Sabah yedi de  tur rehberimiz kahvaltıyı hazırladı, kahvaltıdan sonra ev sahibimiz atların hazır olduğunu haber verdi. Çadırımızın önünde eyerlenmiş üç at duruyordu.  Ev sahibimiz “Ata binmesini biliyormusun”diye sordu.”Bir kaç kez bindim ama eğer atalarımın genetik yapısından biraz  almışsam zorlanmam”dedim. Verdiğim cevap hoşuna gitmiş olmali ki güldü.





. Yarım saat sonra akıllı uslu giderken birden şimşek gibi bir şey geçti yanımdan, bizim ev sahibi atın üstüne doğru yatmış dolu dizgin gidiyor, onun atını gören benim at birden ok gibi fırladı , bacaklarımı atın sagrısına iyice yapıştırıp bende onun gibi atın boynuna doğru yattım , önümdeki at koştukça benim at da koşuyor, ev sahibi ise sanki bana inat akrobik hareketler yapıyor, bir ara adam attan düştü zannettim, atın üstünden  yere kadar eğilip bir şey aldı . Neyse ki sonunda durdu, yanına geldiğimde benim at da durdu. Gülerek avucunun içinde yerden aldığı taşı gösterdi.


Biraz dinlendikten sonra eşyalarımızı arabaya yerleştirdik, artık ayrılma zamanı gelmişti, ev sahipleriyle vedalaşıp tekrar yola revan olduk. Bundan sonraki göreceğimiz  yer KHUSTAI NURUU MİLLİ PARK’ı

No comments: